Anlatıcı bu: “Çisil çisil bir yağmur/ tabutumun darası./ Benden ağır darası/ tabutumun.” (s. 29) Bir fikrim var, diğer öykülerdeki anlatıcı için de, malumu ilan etmemeli, ustamın incecik telinin titreşimine kapılmalı. Aşağıya doğru dökülür o sesler, ustam yerçekimine tabidir. Kısa, kesik, dökülen cümlelerden bahsediyorum. Sonra araya ayrılık girmiştir ve günler geçerken gece “olmaktadır”, o aşılamaz bir vardır, makasta ayrılmayı, bırakıp uzaklaşmayı, gözden ıraksamayı, düşsel biçimde olsun bırakmamayı vardır gece, birini yitirmenin olduğudur. “Gömlek cebimde katlanılmış temiz bir mendil gibi güzel güzel duran üzünç, -sıkılmaya başladım hurda demir fiyatına gittiğim bu yaşamdan.” (s. 31) Çıkayım biraz, üzüncü bilince gözlerim doldu, hani dolmuşta olmasam kitabı kapayıp ağlayacağım, ağacım bulanacak penceremin ucunda. Gözlerim dolun o sıra, yaşla tamam, Göztepe’den geçiyorum ve annemin tahlil sonucunu almaya gidiyorum çünkü kanseri pata küte mahvettiğini ilk ben görmeliyim, öyle bir gün dün ama mesele başka. Hemen SMS gönderdim ve üzüncü hatırlattım, ustam bir şey söyleyip içimi rahatlattı. Öyküyle alakalı değildi söylediği, doğrudan öyküyle alakalıydı. Yaşamı sayfadan bilmek ve sayfa yaşam, onun için sevindim, kendi erişemezliğime, onun kendini erişilemez kılmasına, hoyratça söylenmiş sözler yüzünden tarihin bir kısmını örtmek için dikilen taşa üzüldüm. Hikâyede sonu boşa çıksa da bir düş gerektiğini söyleyen anlatıcıya kendi düşümü yazdığımı söyledim ki ve ben burada bittim, hikâye: Karen, Umut ve Ayça’nın okul anılarından bölümler, son bölümde çok sevdikleri Canan Hoca’ya yaptıkları sürpriz, anlatıcı da katılıyor aralarına çünkü bir düş gerek işte, düşün sonunda Canan Hoca anlatıcıya da içeri gelmesini söylemeli, ancak öyle bir kavuşma. Hikâye bittiğinde acıdan eser kalmamasını, yani o perdenin kalkışından, balkona süzülmekten, bir sigara yakmaktan, bıyıkları çekiştirmekten, kanat hışırtılarından, iki karganın güneşe bakmasından, bir şiir daha okumaktan veya yazmaktan ve nihayetinde gündüzlerle gecelerin halinden bilinen kurtuluşu görmek, belki bir anlığına olsa da rahatlığa sığınmak bu öyküdür. Tamamı bu değildir tabii, kızların anılarına bakmalı. Yerçekiminden muaf tek kısım bu anılar olsa gerek, mesela Karen’i ele alalım ki o başlıyor, Ceylan Hoca’yı pek sevdiğinden alıp ailesinin geleneklerinde bırakıyor, kolejin genç insanlarda açtığı ufuklarda soluklanıyor, baskıcı müdürden bahsediyor derken tam bir lise macerası yani. Gaye’yle Umut en dik başlıları, sigara içiyorlar, hocalarla tartışıyorlar ama Ceylan Hoca’yla iyi geçiniyorlar yine, öğrencilerle öğretmen arasındaki bağ koro çalışmaları sırasında kurulmuş. Haftanın bir günü toplanıp TSM eserlerini terennüm ediyorlar, konser veriyorlar, sonra hoca öğrencilerini resim sergisine götürüyor, kendi uğraşlarından bahsediyor ve derste yine hoca, kimlik değişimini çok iyi becerdiği için dışarıyla içeri bambaşka. Üç öğrencinin anılarında da sergi, hoca, belli başlı olaylar ve arkadaşlar var ama aynı şekilde anlatılmıyor, renk değişimi bariz. Ayça hocayı pek sevmese de saygıda kusur etmiyor mesela, hocanın da bakışı aynı. Misal neler olmuş, Karen’in ailesi varsıl biraz, baba ve amcalar yol tutmuşlar bir güzel, Karen maddi anlamda pek sorun yaşamamış da erkeklerle ilgili soğukluk toplumsal baskının eseri, üç kız da o baskıyla yüzleşmiş. Çok iyi bir okulda okuyorlar, o sene herkes kazanıyor üniversiteyi de evlenip işi gücü bırakanlar çok, o halde okumanın ederi o çabaya denk gelmiyor. Kız okur, okurken evlenir veya mezun olunca evlenir, hikâye hep böyle sonlandığı için itiraz var haliyle. Karen’e göre ailenin ve okul yönetiminin suçu bu, erkekler yasaklanmış adeta. Kendi çocuğunu karma eğitim yapılan bir okula yollayacağını söylüyordu üç kızdan biri, aynı şeyleri çocuğu da yaşamasın diye. Karen’in büyükbabası babasına kızı üniversiteye göndermemesini söylemiş, erkek beğenmeyen üniversitede hiç beğenmezmiş, aile kuramazmış. E! Anlatıcı yıllar sonra gider bulur Karen’i, bir sürpriz düşünmektedir, hani dördüncü katta bir kedi kalmıştır veya bir film çekilecektir, itfaiye merdiveninden korkar mı? Umut iki asiden biri, otoriteyle kanlı bıçaklı, mezun olduğu zaman müdürün elini sıkmayıp havada bırakmış. Onca baskıyla yılmadan kafa kafaya, dört yıl. Yatakhaneden atılmalar, kurullar, bir yandan okuma telaşı derken Umut iyice pişmiş yaşama karşı. Anlatıcıyı karşısında görünce şaşırmıyor, koro ekibinin tekrar bir araya gelmesini istiyor tabii, yükseklik korkusunun olup olmadığını bilmiyoruz. Ayça da tamam, ölen arkadaşı Hatice’nin anısı burkuyor içini de dört kat yükseğe çıkmaktan çekinmiyor. Sonuç: itfaiye arabası tamam, dördüncü kata yükselenlerin korkusu normal, şarkı söylemeye başlayan ekip enfes, eh, Ceylan Hoca yıllar sonra öğrencilerini karşısında bulmuş, hatta camında, içeri davet eder de anlatıcıyı kor mu kapıda, onu da alır içeri. “Eş değil eşsiz”e bundan güzel de sevi düşü olmaz, yüreğiniz burkulmaz mı? Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nden manzaralar, öğrenciler ve bir öğretmene yapılabilecek en güzel jest, sadece anlatıcının düşlerinde var olsa bile. Tutkunun dili böyle söyledi.
Diğer öyküler Tosuner’in kaybettikleridir, daha doğrusu aynı tutkunun eksilmiş, dökülmüş parçaları. Yol tıkalı mesela, bir araba gitmiyor, taksici bir şeyler söylese ne. Karşı pencerede güzel bir çocuk, annesi bir kuşu gösteriyor, çocuk bakışlarını yukarı çırpıyor da anlatıcı e, artık, Tosuner’in diğer metinlerine aşina olanlar için bir gediği gösteriyor. Önde bir Skoda, plakası “DAK” hemen oyun başlıyor: aDAK, DAKika, kıkırDAK, reDAKtör, gidiyor böyle. Geçmiş zamandan uzunca bir diyaloğun parçaları, muhatap beğeniyor, küçümsüyor, tebrik ediyor, her buluşa bir tepki veriyor ve anlatıcı gözden kaybolan bir aracın çağrıştırdığı o güzel günlerden bir acı alıyor, öykü bu. “Armağan”a bakıyorum, sabahlanmış da yazılmış. Sigaradan kurtulmanın ve sigaraya tekrar başlamanın, sigaranın ayrılıkla ve ayrılığın sigarayla imtihanının öyküsü, anlatıcı zamanında reklam ajanslarında çalıştığı için, tabii bunu öyküde dile getirmemesine rağmen, yani o yaratıcılığı tetiklemek, iyi fikirler bulmak için yakıyor sigarayı, işe yaradığı da oluyor ama bırakmak zorunda çünkü hastalığı çıkıyor ortaya, ciğerler yeterince oksijen almıyor, aldığını da karbon bazlı türlü zehirle kirletmemek lazım geliyor, haliyle bırakılacak. “Ve yıllar sonra, -geçtiğimiz yaz sonu- sigaraya yeniden başladım. Eşim, beni boşamak istiyordu. Ve be de, ona verilmiş bir armağanı geri alıyordum sanki. Yok, öyle değildi. Otelde kalıyordum. Derdim vardı. Derdimden bunalmıştım.. ve o bildik eski dosta yeniden koşuyordum işte.” (s. 19) Bir cuma günü boşanır anlatıcı, ertesi hafta da işine son verilir. Öncesinde işten çıkarıldığında daha iyi bir iş bulmuştur ama o sıra her yer işçi çıkarmaktadır, anlatıcı eşinin evine, bir odaya sığınmıştır. Uyku yoktur, bozumun sesi, bir paket sigara hazırolda beklerken her şeyi gidip eşe anlatmak da yoktur, anlatabilmenin umudu bir. Uyku sonra, her şey yerli yerine oturduktan sonra. Öyküde. Yaşam hep dağınık.
Sonra ben gittim, Merdivenköy’den tahlili aldım, sonuçlar iyiydi ve hava güneşliydi az, yine de trene yürümekten vazgeçip tekrar dolmuşa bindim, Küçükyalı’da marketin önünde indim, salatalık ve domates alıp sahili gören sokağıma yürüdüm, adalar, arkasında Çınarcık mı orası. Erişememek. Bir çıtlık üzünç. Hiçbir şeyi unutmayacağız. Deliği deşiği kumla mı yamayacaksın, tozla mı.
Cevap yaz