Uyuyacağım, o katmanlardayım, birini ikisini daha geçince dünya yok artık. Bir şey oldu da irkilip gözlerimi açtım. Aslında hemen uyurum, gözlerimi kapar kapamaz birkaç dakikayadır dünyanın yok olması, o kez dünya çekti de açtım gözlerimi, masanın arkasında beyaz bir şey. Ne olduğunu anlayınca anneanneme baktım, uyuyor. Ne olduğunu anladığım şeye baktım, anneannem değil. Anneannem o ne olduğunu anladığım şey ama değil, değil mi ki ne olduğunu anladığım şey anneannem değil? Değil. Beyin bu aşamalardan geçti, uykuyu savdı, gördüğümün ne olduğunu gerçekten anladığım zaman bağırdım, anneannemin başı bir anda bana döndü ve başla birlikte vücut da kayboldu, fiyup diye. Kaybolma ânını biraz uzun anlattım, fip diye kayboldu. Ben bağırmadan önce camdan dışarı bakıyordu, bağırdıktan sonra fark ettim ki o kadın anneannem değil çünkü öyle dik duramaz anneannem, saçları o kadar beyaz değildir, bir de tülbentsiz görmemişimdir onu, sokaktan ve caddeden geçenler de tülbentsiz görmemişlerdir, eminim, bazen el sallarlardı, anneannem yıllardır salondaki pencereden dışarı bakardı, şu Bakırköy’de bütün otobüslere, gelene geçene el sallayan yaşlı ve tatlı adam gibi. O masanın arkasında dikilen şey bana el sallasaydı bırakırdım aklımı kaçsın, o saatten sonra ne yapacağım artık. Evde yaşanan tuhaf olaylardan biriydi bu, daha tuhafı var. Bir süre sonra kız arkadaşım geldi, uyuyacağız çünkü gecenin bir körü. Hava çok sıcak, uyunmuyor, yer yatağı yaptık salonda. Uyudum, bir ara ayak sesleri duydum. Dup, dup, dup. Tuvalete gidiyor, biraz daha yayıldım ki döndüğünde kolumu kaldırıp altına uzansın. Uykuda zamanın nasıl geçtiğini bilmeyiz, güzel bir şeyle uğraşırken zaman nasıl hızlı geçerse uyurken de öyle geçer, uyku güzel bir uğraştır. Ben o geçen zamanın ne kadar zaman olduğunu deminkinden daha başka bir ayak sesi duyduğum zaman düşündüm, korkudan hemen önce. DupdupdupDupDUpDUPDUP. Pikenin altına bir şey girdi, sarıldı. Umursamadım, hayalet istediğini yapsındı, uyuyuverdim. Uykuya getirilen fiiller, yardımcı fiiller, fiilimsiler, ek fiiller, fiilden fiil yapma ekleri, fiilden isim yapma ekleri düşünülmeli, uyuyuvermek aslında uykuya hemencecik dalmak anlamına geliyor, altı saatlik uyku söz konusuysa uyuyuvermeyiz mesela, ben hep altı saatlik doldurduğum için depom buna alışkındır, gün içinde uyuyakalmam, uyuyayazmam, uyuyabilmem. Sabah olduğunda uyanayazdım ve uyandım, o katmanlardan geri dönüş kolay. Mutfaktan çlik çlak sesler geliyor, gittim, domatesleri de ben doğradım. Kahvaltı ederken sordum, ne olmuştu gece? Bakınız, ne olduğunu bildiğim anneannem kılıklıdan hiç söz etmemiştim kız arkadaşıma, korkar da kalmak istemez diye bahsetmedim, ikimizin de ödü kopardı öyle şeylerden. Ne anlattı bana: Gece tuvalete gidiyor işte, salona dönerken şu an bu yazıyı yazdığım odaya giriyor, unuttuğu bir şeyi alacak. Işığı yakacak da zımbırtı kapının arkasında, altındaki kablolar yüzünden kolay hareket etmiyor kapı. Kız şöyle bir çekmeye çalışıyor ve ürküp duruyor. Uzun, beyaz saçlar, dik bir beden. Anneannem değil olan kadın duvara dönük, dikiliyor öyle. Buymuş o dupdupların sebebi, çok korkunca koşup gelmiş. Kapının arkasında bir şey yok şu an, o kadının kim olduğunu bilmiyorum, kırk küsur yaşındaki apartman inşaat halindeyken almışız daireyi, burada bizden başka kimse yaşamadı. Küçükyalı’nın iki katlı evleri vardı bir zamanlar, bizim daire eğer eskiden bu apartmanın yerindeki evin ikinci katına denk geliyorsa yaşasın, çekeceğimiz var. Bir süredir hiçbir şey olmadı gerçi, on yıl kadar önce şenlik yeriydi. İşin iki garip yanı var, ilki ben bunlara inanmam. İnanasım gelmez yani, dinlemesi eğlencelidir de iş inanca gelince duruyorum bir, bilmeye gelince de duruyorum çünkü nedensellik, tesadüf, beyinde o an elektriksel bir dalgalanma, her şeye bağlayabiliriz bu kadını. İkinci gariplik de yaşadığımdan emin olduğum bazı şeyler var, hikâyelere dönüştükleri zaman tesirleri yok oldu. İlkokulda hademe tokat attı durduk yere, evlenip boşandım, annemin bir şeyleri, abimin, ne olup bittiyse şu raftan çeksem bir kitabı da okusam oldular. Bunda tuhaf bir hüzün var, bir içim, gerisi huzur veriyor, Ahlat Ağacı‘nda babanın dediği gibi işte, insan var olmalı da silinip gitmeli. De öcüler var, tamam, ölüm de var ama ölmeden önce öcüler var, hayaletler. Schwartz yine ödümüzü koparıyor sağ olsun, dan diye hayaletli hikâyelerden başlıyor. Bazılarını biliyoruz, “Randevu” tipik. On altı yaşında bir oğlan kasabaya gidiyor, sokaklarda ölümle karşılaşınca bir koşu geri dönüyor, dedesinden kamyoneti istiyor ki şehre gidip kalabalıkta izini yitirebilsin. Dede izin veriyor, sonra kasabaya gidip ölümü buluyor ve on altı yaşındaki oğlanı neden korkuttuğunu soruyor, torunu ölmek için çok genç. Ölüm oğlanı orada gördüğüne şaşırdığını söylüyor, aslında onunla randevusu şehirdeymiş. “Hızlı ve Daha Hızlı” ormanda bulduğumuz müzik aletlerini çalmamamız gerektiğine dair hoş bir öykü, iki çocuk yürüyüş yaparlarken biri otantik bir davula rastlıyor, diğeri çalmamasını söylüyor ama çocuk dayanamıyor, tam tam vuruyor. O an atlılar beliriyor, toz bulutu yükseliyor, davulcu oğlan kaçmaya çalışırken çığlık atıp yere kapaklanıyor. Vücudunda ok yok, etrafta atlılar yok, davul da yok ama ölü bir oğlan var elde, tam delirmelik ortam. “Merhaba Kate!” meşhur Kaşık Canavarı gibi bir Kate’in hikâyesini anlattığı için daha bir korkunç, düşünün ki peşinizde bir şey var ve hiçbir şekilde durduramıyorsunuz onu, sürekli takipte. Adamımız dansa gitmeye karar veriyor, yürüyor çünkü yürümeyi çok seviyor. Kate’in az gerisinden geldiğini fark ediyor, tam selam verecekken kızın önceki yıl öldüğünü hatırlıyor. Kate de çok severmiş dans etmeyi, adam zaten seviyor da Kate’le malum nedenlerden ötürü dans etmek istemiyor. Kate’in peşinden gelmesini de istemiyor, Kate’le münasebet kurmak istemiyor aslında. Kestirmeden gidiyor, dağ tepe aşıyor, ağaçların arasına giriyor, Kate hep peşinde. Dans salonuna geldiği zaman arkasına bir bakıyor, neredeyse dokunacak Kate. Göz göze duruyorlar bir süre, sonra Kate kayboluyor. Aklıma şu sahneyi getirdi, biri sürekli orada, baktığımız yerde mesela, gözlerimizi kapayınca düşüncelerimizde, leke gibi bir şey. Kaşık Canavarı da şu, izlediğim en korkunç varlıklardan biri.
“Harold” insanlara zorbalık yapmamamız gerektiğini anlatıyor, korkuluklara da. Alfred ve Thomas iki arkadaş, inekler otlatmak için küçük bir kulübede birkaç ay birlikte yaşıyorlar. Can sıkıntısını gidermek için kocaman bir oyuncak yapmaya karar veriyorlar, nefret ettikleri Harold’ın adını koyuyorlar oyuncağa. Tekmeler, yumruklar, küfürler havada uçuşuyor, sonra Harold homurdanıyor bir gün. Neler olduğunu anlıyorlar ama emin değiller, belki oyuncağın içine bir hayvan girmiştir, her şey olabilir. Zaman geçtikçe fark ediyorlar ki Harold büyüyor ve geceleri dolanıyor bir başına, hemen gitmeye karar veriyorlar. Biri geride değerli birkaç eşya unuttuğunu fark ediyor, arkadaşına yetişeceğini söyleyip kulübeye dönüyor. Geride kalan bir süre sonra kulübeye bakıyor, Harold’ı görüyor çatıda. Kanlı bir cildi geriyor, güneşte kurutacak. Kısacası bu gece de ödümüz koptu, Schwartz yine söylencelerden yola çıkıp pek çok korku öyküsü yazmış, derlemiş. Başka bir metni basılır mı bilmem, üçleme bittiği için üzüldüm açıkçası. Bu korku üçlemesini alın, azıcık korkun, öyle gamsız gamsız yaşanmaz. Azıcık gamınız olsun, korkun yandaki odanın sessizliğinden, arkanızda sizi izleyen varlıktan.
Cevap yaz